Sosyal medyada yanlış bilgi, manipülasyon ve propaganda üzerine çok şey yazılıyor ve söyleniyor. Bunların bir kısmı gerçekten önemli olsa da aslında bu diyalogun önemli bir kısmını da abartılı iddialar, yanlış yaklaşımlar ve sorunlu veriler oluşturuyor. Yanlış bilgiye dair yanlış bilgilerin varlığı oldukça poetik görünse de bu durum aslında sorunu ele alma şeklimizi ve çözüme yaklaşma ihtimalimizi ciddi bir şekilde düşürüyor. Bahsettiğim yanlış yaklaşımların temelinde iki önemli sorun yatıyor. Bunlardan ilki politik ön yargılar. Yani yanlış bilgiye dair sorunun kaynağını "rakip" politik grup veya gruplarda görmek, geri kalan her şeyin mükemmel olduğu ama soruna onların sebep olduğunu düşünmek. Bu hem tamamen yanlış bir yaklaşım hem de aşırı özgüvene ve katı bir perspektife sebep olduğu için sorunu tam olarak kavrayamamaya sebep oluyor. Bunun en taze örneği geçtiğimiz hafta UK Information Commissioner tarafından Cambridge Analytica üzerine hazırlanan raporun sonuçları. Hatırlıyorsunuz değil mi Cambridge Analytica'yı? Rapor hiçbir şekilde Rusya ilişkisi bulabilmiş değil. Yani görünen o ki bu korkunç şirketin arkasında Ruslar yokmuş. Ayrıca yapılan birçok başka araştırma da başka devletlerin bu konudaki çabalarının aslında etkili olmaktan fazlasıyla uzak olduğunu gösteriyor. Tıpkı bu teknolojilerin ve şirketlerin de aslında gözümüzde büyüttüğümüz kadar başarılı olamaması gibi. Aynı rapor Cambridge Analytica'nın organize ettiği kampanyaların etkisinin kayda değer olmadığını gösteriyor. Evet, niyetleri kötü ama bu niyeti hayata geçirmek söz konusu olduğunda çok da başarılı değiller. Tıpkı Twitter'daki aşı karşıtı içeriğin yalnızca %4'ünün botlar tarafından üretilmesi ve bu içeriğin pek de etkisinin olmaması gibi. Teknolojiye karşı bu abartılı yaklaşım geçtiğimiz haftaların meşhur belgeseli The Social Dilemma'da da mevcut. Belgesel, mevcut platformları ve sistemleri tasarlayıp bundan kâr eden ve onların gücünü abartarak karşı tarafa geçtiği izlenimi vermeye çalışan insanların perspektifinden ibaret. Bu yüzden söyledikleri şeylerin bir kısmı gerçekleri fazlasıyla abartıyor, bir kısmı ise doğrudan yanlış. (Bunu biraz da kendi egolarını okşamak için yaptıklarını da düşünmüyor değilim.) Ama bu konuya daha ciddi bir şekilde yaklaşmak istiyorsak bu abartılara ve yanlış bilgilere kanmamamız gerekiyor. Rusya, Çin, Facebook, Cambridge Analytica veya Twitter gibi tek bir şey seçip bunu kesin düşman ilan etmek ve onlara ilahi güçler atfetmek günün sonunda yalnızca oyalanmamıza neden oluyor. Bunları bir kenara bırakıp daha geniş bir perspektiften bakarsak sorunun ne dış mihraklar, ne bir teknoloji ne de bir şirket olduğunu görebiliyoruz aslında. İçinde bulunduğumuz sorunların özünde bireyler ve toplumlar olarak içerisinde yaşadığımız sistem var; ve dünya bizi kamplaşmaya ve kolay çözümlere yönelmeye itiyor. Tüm bu "kötüler" de bu insani yanımızın manipüle edilmesini kolaylaştırıyor ama bunda başarılı olabiliyorlarsa bu onların zekâsının değil, bizim de bu durumdan memnun olduğumuzun bir göstergesi. Ama bunun değişebileceğine dair de birçok işaret var. Tıpkı çoğu zaman bir grup insanın doğrulama konusunda gayet başarılı ve hızlı olabildiğini gösteren çalışmalar gibi. Yani eğer isterse insanlar bu komplo teorilerine ve manipülasyonlara düşmemek ve onları yaymamak konusunda da gayet başarılı. Bu yüzden asıl odaklanmamız gereken nokta medyanın, internetin ve toplumun bunu teşvik edecek bir ortam olmasını sağlamak. Bu kötülerden birini yenince veya daha iyi bir teknoloji üretince sorun çözülmeyecek. Eğer bu yaklaşım değişimi gerçekleşmezse, önümüzdeki her yıl bir başka The Great Hack, The Social Dilemma türevi bir belgesel daha izleyip aynı şeyleri konuşmaya devam ederiz. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder