Gazetecilikle ilgili birçok önemli konuyu bültende sıkça ele alıyoruz. Güven sorunu, yanlış bilgi, gelir modelleri, okur sayısındaki azalma en sık ziyaret ettiğimiz başlıklar. Bunların hepsi önemli sorunlar fakat tek tek ele aldığımız zaman aralarındaki ilişkiyi gözden kaçırabiliyoruz.
Hafta içerisinde Darryl Holliday'ın yazdığı "Journalism is a public good. Let the public make it" başlıklı yazıyı okuduktan sonra aklıma gelen ilk şey aslında bağımsız olarak ele aldığımız bu sorunların günümüz gazetecilik anlayışı ve üretim biçimleriyle nasıl derinden ilişkili olduğuydu.
Yazı, ABD'de gazeteciliğin nasıl okurlarından —ve aslında toplumdan— kopuk bir şekilde üretildiğine ve bunun hem toplum hem de gazetecilik için nasıl büyük sorunlara neden olduğuna odaklanıyor. Ancak ABD üzerine söylediği birçok şeyi hem ülkemize hem de dünyanın birçok yerine uygulamak mümkün. Çünkü yazının merkezinde hepimizin tecrübe ettiği bir sorun var.
Basit bir örneği ele alalım mesela. Gazeteciliğin amacı toplumu bilgilendirmek ve demokrasinin önemli bir parçası olmaksa, bunu toplumun her kesiminin —özellikle de dezavantajlı kesimlerin— faydası için yapabilmesi lazım. Ancak çoğu zaman haberlerin dilinden olaylara yaklaşım biçimlerine kadar birçok detay sadece belirli bir kesimi düşünerek yapıldığını bize gösteriyor. Sağlıklı bilgiye ve gazeteciliğe en çok ihtiyaç duyan kesimler genellikle haberin konusu olmaktan öteye gidemiyor.
Böyle bir ortamda insanların gazeteciliğe güvenmesini, düzenli olarak takip etmesini beklemek ne kadar mümkün olabilir? Eğer toplumun birçok kesimi gazetecilik tarafından yalnızca bir haber malzemesi olarak görüldüğünü düşünürse, bu durumda farklı bilgi kaynaklarına yöneldiklerinde onları ne kadar suçlayabiliriz? Bütün bunlar olurken, bu insanlardan habere para vermelerini nasıl isteyebiliriz?
Burada elbette tek sorunun bu olduğunu söylemek mümkün değil fakat çoğu zaman gazeteciliğin kendisinin de bu sorunlarda ne kadar payı olduğunu görmezden geliyoruz. Çoğu zaman gazetecilere karşı güvensizliğin arkasındaki gerekçelere baktığımızda da bunun işaretlerini görebiliyoruz aslında. Birçok kesim için ana akım medya demek, gücün ve güçlünün yanında durmak demek.
Belki ülkemizde farklı dinamiklerin de olduğunu söyleyebiliriz ama buna çözüm olma iddiasında olanların da durumuna dürüst bir şekilde bakmak zorundayız. Yerel gazeteciliğin önemini tamamen görmezden gelip kendi hâllerine terk edilmelerinin bu soruna katkısı üzerine yeterince düşünüyor muyuz?
Gazeteciliğin durumu iç açıcı değil ve ciddi bir dönüşüme de ihtiyaç olduğu ortada. Fakat bunu başarılı bir şekilde yapabilmek için de temelin sağlam olması gerekiyor. Bozuk temelin ve yanlış gazetecilik yaklaşımlarının üstüne yeni çözümler getirmeye çalışırsak bunların hiçbiri uzun ömürlü olmayacaktır. Eğer temeli sağlamlaştırırsak geri kalan birçok sorunu çözmek de kolaylaşır.
Girişte bahsettiğim yazıya dönerek bitirecek olursam, bu temeli sağlamlaştırmak için sormamız gereken ilk soru da belli: Gazeteciliğimizi kim için ve nasıl yapıyoruz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder