Bu ayın başında odak konusu olarak dijitalde verilerin güvensizliğinden ve nasıl manipüle edilebileceğinden bahsetmiştim. Ancak orada ele almadığım fakat dijital medya ve gazetecilik için büyük bir sorun olan bir diğer mesele de veri anksiyetesi —ya da İngilizce adıyla metrics anxiety.
Bu kavram dijital medyanın özellikle de okur ve tüketim odaklı verilere aşırı önem atfetmesi ve bunun sonucu olarak yayın politikasından gelir modeline kadar birçok konuyu sadece veriye endekslemesi durumunu tanımlamak için kullanılıyor. Bu rakamların haber odalarının tepesindeki ekranlarda asılı durması gibi hastane odalarındaki kalp monitörlerini andıran sahneler de bu duruma pek yardımcı olmuyor.
Elbette dijital bir yayın için verilerden öğrenilebilecek ve tespit edilebilecek çok şey var. Ancak bu durum biraz kontrolden çıkmaya başladı. Aslında çok temel seviyede kalan verilere yüklenen büyük anlamlar, bu verilerin ciddi kararları yönlendirmesine ve gazetecilerin borsacı gibi hissetmelerine neden olabiliyor. Yayınlar da veriyi yakalamak için anlamlı işler üretmeyi önemsiz görmeye başlıyor.
Bu kötüleşmenin temelinde ise internetin ilk dönemlerindeki deneysel zamanlardan sonra gelen sosyal medya ve reklam temelli bir internete uyum sağlamaya zorlanmak yatıyor. “Ne kadar tıklandık”, “kaç takipçimiz var”, “bu haber kaç RT aldı” gibi sorular haber odalarının en önemli meseleleri gibi görülmeye başlandı. Sosyal medyada büyümek ve reklam gelirlerini artırmak için yapılan bu hesaplar bir süre sonra haberlerin nasıl yapılacağını da belirleyecek kadar önemli hâle gelince, biz de veri anksiyetesinden bahsetmek zorunda kalıyoruz.
Sorun sadece kurumlar için geçerli değil, gazeteciler de aynı durumdan muzdarip. Sadece haber odasında yaşadıkları iyi veri getirme baskısıyla kalmıyor bu durum. Sosyal medyada da iyi veriler sağlama, bol takipçili hesaplara sahip olma gerekliliği varmış gibi bir algı yerleşti. Özellikle serbest gazeteciler için bu iş bulmakla işsiz kalmak arasındaki farkı yaratan etken bile olabiliyor.
Ancak bunun zararlarını da görmemiz ve verilerle olan ilişkimizi değiştirmemiz gerekiyor. Çoğu zaman bu verilerin sunduğu bilgiyle onlara yüklenen anlam arasındaki uçurumu görmek ve buna göre hareket etmek gerekiyor. Reuters Institute tarafından yayınlanan bu makale, konuya iyi bir başlangıç olabilir (PDF linki). Makalenin de ele aldığı üzere Süddeutsche Zeitung veriyle ilişki konusunda öncü bir yaklaşım sergiliyor. Yaklaşımlarını incelemek ve notlar almak şart.
Kesin olan bir şey varsa o da bu verilerin başımızın üstünde sallanan birer kılıç gibi durması durumuna bir son vermek. Bunun için de atılması gereken ilk adım onlara bakışımızı değiştirmek olmalı. En doğrusunu söyleyen ve asla yanılmaz işaretler değil, sadece basit eylemleri anlatan bilgi kırıntıları olduklarını kabul etmeliyiz. Bu kırıntıları nasıl kullanacağımıza da başka platformların değil, kurumların kendisi karar vermeli.
Çünkü bunun tersi sürekli olarak veriyi tatmin etmek adına gazeteciliğin iyice arka plana itildiği ve haberlerin anlamsızlaştığı bir senaryo olabilir. Böyle bir durumu da kimsenin isteyeceğini sanmıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder